23 Ekim 2012 Salı

Bakıştık Sehpadakilerle

Or maybe it won't.

Antidepresanlarımla bakışıyoruz. Almak istiyorum, ama almayacağım. Beni iyi hissettirecek olduklarını biliyorum fakat uyuşturucudan ne farkı var artık benim için? Eve giren para hiçbir şeyi ödemeye yetmiyor. Öğle tatilinden sonra o kadar yorgundum ki eve gitmek istedim, ama yol param yoktu. Baktım olmuyor, yürüdüm o kadar yolu. Kalamazdım da.

Geometri ödevini yapmamıştım ve ödev öğleden sonra teslim edilecekti. Yapmamıştım çünkü ödevi yapmam gereken saatlerde ya parayı idareli harcamayı düşünüyordum, ya bir şeyler pişirip karnımı doyurmaya çalışıyorum ya da yorgunluktan sızmış uyuyordum.

Geçtiğimiz Cuma eve geldikten sonra uyuyakalmışım, annemin işten gelme saatine uyandım ve kapıyı açtım. Evde yemek yok ve açım, malzeme de yok ve artık para kalmamış, annem yattı uyudu. Gidip bakkaldan deftere yazdırarak aldım. Var olanları yetmiyormuş gibi başka borçlara da yer açıyorum. Eve gidip yemek yapmaya çalıştım ama, su yok. Musluğu açıyorum da hiçbir şey akmıyor. Su faturası normalde otomatikteydi ama ödenmemiş. O saatte de yapabileceğim bir şey yoktu. Cam şişelere doldurduğum suyumu kullandım, duş alamadan iğrenç halde de uyudum gece.

Babamın eşi ısrarla pazar günü misafir istemediğini söylüyor nedense, dert paylaşma bahanesine. Açık ve net bir şekilde misafir olmadığımı, ondan daha uzun süredir babamın hayatında var olduğumu söyleyeceğim günü bekliyorum. Söylemediğim şey değil ama hatırlatmakta zarar yok tabii.

Annem de üvey babamla boşanacak parayı bulamadı ama evleri ayıracaklar sanırım, iyi olur, çünkü öyle kavga ediyorlar ki sabaha kadar uyuyamıyorum, artık o yorgunlukta bile uykum bölünüyor. Adam kaç gecedir gelmiyor zaten, gece gelmiyor çünkü, sabah geliyor.

Antidepresanlarım sehpanın üstünde. Almayacağım diyorum,biliyorum.
Ama adım gibi eminim ki, bu yazıyı bitirdikten sonra bir tane alacağım.
Bağımlılığıma karşı direncimin de son bariyeri kırılacak böylece.

20 Ekim 2012 Cumartesi

I'll be okay, just not today.


Kafamı sola çeviriyorum, sağa çeviriyorum. Eskiden iki taraftan birinde Safir ya da Zümrüt uzanırdı. 14 ve 12 yıllık arkadaşlarım.
Biliyorum, sizi çok özledim. Çok iyi bir arkadaşım var. Hatta iki tane. Belki üç de olabilir. Ama siz değiller. Onlardan bir tanesiyle aramız aşırı iyi. Ama o siz değil. Çünkü onun hayatı benimkinden güzel. Kıskanmıyorum. Ama ailesiyle beraber kahvaltı ediyor olmasını kıskanıyorum.

Son zamanlarda hafifçe de yalnızım. Şimdiye dek annem, abim ve ablamla yaşadığım için hiç ev işine, nasıl para kazanılıra ya da fatura ödenire el ayak sürmemiş bir insandım. Yani yaşıtlarımın yaptığı kadar ev işi yapıyorum tabii ki, ama bahsettiğim ev işi öyle ev işi değil. Annem sık sık haftalık iş seyahatlerine çıkınca, evdeyken de iş yapamayacak kadar depresyonda olunca, abimle ablam da kuş olup yuvadan uçunca "elini haşlamadan nasıl çorba pişirilir"in "koyunların düşüncelerini manipülasyon" ile ya da filmdeki "mesajları" görmekle felan bir sikim alakası yok bunu anladım.

Reality slap daha farklı. Öğretmenler bana "bunlar üniversite sınavında işinize yarayacak" derken ben "evde bir sürü ütü var, ayrıca yemek de yok ve kantinden de bir şey alamam param yok hımm şu faturaları da yatırayım ama nasıl bilmiyorum ki ne üniversite sınavı amk ne diyor bu" diye düşünüyor oluyorum. Üniversite sınavı mı? 2 sene sonra. 2 hafta boyunca hayatta kalabilirsem ne ala. Kocasıyla kavga edip sinirini benden çıkartan bir annem ve her şey güllük gülistanlık gibi davranan bir üvey babam oldukça kafayı yemem işten bile değil. Üstelik sinirini çıkartmadığını iddia ediyor. Tanrım.

Düşünüyorum da, yazacak bir şey yok aslında. Ütüyle elimi nasıl yaktığımı mı yazayım, ev işi ve okul yorgunluğundan ders çalışamadığımı ve ödev yapmadım diye nasıl azar yediğimi mi, kendi yaptığım yemekle zehirlenerek sabaha kadar nasıl kustuğumu ve uyumadan servise binip okula gittiğimi mi yazayım.

Parayı kazanan annem, onu geçiren benim geçirten benim. Masrafları düşürmeye çalışıyorum, tasarruf falan. Aslında 400 liraya kadar düşürebildim ya, başarı sayılır. Babamdan gelen nafaka da olmasa sürüneceğiz. Her gün kantinde az yemeye çalışıyorum ya da yemiyorum. Aç değilim diyorum, ama aslında param yok. Şimdi yıllık site aidatı ödenecek, ne halt edeceğim bilmiyorum. Ne halt etmeye sitede oturuyoruz, onu da bilmiyorum. Paramız yok ama lüks bir sitedeyiz. Ne ironi ama.

Daha dengeli hissetmek için lityum ya da antidepresan almak istiyorum ama lityumu artık kullanmam yasak, valproat çok saç döküyor ve antidepresan da duygusal dengemi alt üst ediyor. Artık kendimi daha fazla zehirlemek istemiyorum. Eskiden uyumak için çok çabalamam gerekirdi, artık gerek yok. Teneffüslerde bile uykuya dalıyorum.

Ne halde olduğumu en iyi arkadaşım olacak insandan saklıyorum ve bana aslında o kadar da yakın olmayan bir insana açıyorum. Tuhaf bir şekilde nazik biri, beni anladığını biliyorum, birçok düşünceme katılıyor ve düşünceme katılan bir başka insan gibi sert ya da aşağılayıcı değil, trollemiyor da. Sıkıntılarımla başını şişirmeme izin veriyor. Bunun ne faydası var bana? Yok. Sadece dinlenildiğimi görünce sakinleşiyorum.

Göktuğla konuşuyoruz geçen. Tek mi yaşıyorsun sen dedi. Annem var, merak etme. Annemin eşi de var. Ama o galiba annemi aldatıyor, tıpkı babam gibi. Ve eve geldiği de yok. Annem de depresyonda. Boşanacaklar ama avukata verilecek para yok. Komik. Annem de depresyonda işte. Paylaşacak hiç mi arkadaşım yoktu sanki. Vardı iki tane de, öldüler be. Geçen sene. Bir tane de var ama, anlatmaya içim elvermiyor.

Christian günlerdir Skype açmıyor. Kalbini kırdım ve o da siktiretti gitti sanırım. Maillerime cevap vermiyor. Belki de gerçekten işi var, meşgul.
Şimdi ben de gidecek ve bulaşıkları yıkayacağım.
Hayatları normal olan insanları kıskanıyor değilim.
Sadece biraz içim bunaldı o kadar.
Önümüzdeki bir haftada kendimi toparlayabilirim sanırım.

Bunları yazan biri beklersiniz ki çok sinirli olsun, mutsuz olsun. Hayır. Kendi kendime ayakta durabildiğimi bilmek belli belirsiz güzel bir his. Günler fazla hızlı geçiyor, ama diyemem ki mutsuzum. İyiyim ben.
Hiçbir sorun yok. Gerçekten.
Ablam da İstanbuldan döndü zaten. Biliyorum, o her şeyi düzeltecek.

Avatar The Last Thoughtbender


   Hava, su, toprak ya da diğer zımbırtıları bükemiyor olabiliriz elbet ama hepsini bükebilecek bir başka şeyi bükebiliriz: düşünceleri. Yani –beyinleri. Standart bir insanı etkilemek, kendine çekmek ve düşüncelerini istediğin gibi yönlendirmek çok kolaydır.

Son derece normal, ultra eğitimli, ultra itaatkar ve Müslüman bir ailede doğdum, büyüdüm de, hiçbir şeyden şüphe etmeden. Süper bir saksı çiçeğiydim. Aşırı ilgiye düşkündüm, sanırım bazı şeyleri idrak etmeyi bu şekilde başardım.

İlgi odağı olmak için inanılmaz yalan kıvırırdım –hem de öyle kıvırırdım ki, ailemle okul arasında yalan mekiği dokurdum. Nasıl ikna edebileceğimi bilmemden olsa gerek, nasıl hiçbir şey çakmadıkları hayret vericiydi. Bunu yaparken de 7-8 yaşlarımdaydım sanırım. Ama, Müslüman bir ailede yetişmenin etkisiyle olsa gerek yaptığımdan pişmanlık duyup içime kapandım, zavallı hissetme aşamalarından geçtim. Dışarıdaki “diğer” kişileri gözlemleyebilmek, ilişki kurmaktan geçiyor. Eğer insanların bir şeyleri ilişkilendirme şeklini etkilersen, her şeyi değiştirebilirsin. Ki bu da senin “ilişkilendirmen” doğrultusunda değişir. Düşünce şekilleri tuhaf bir şekilde rahatsız ediciydi.

Rahatsız edici olan tarafı, manipüle etmenin fazla kolay olmasıydı. Sadece kendi düşüncelerimi ileri sürdüğüm müddetçe arkadaştan öteye gitmiyordum, hatta soğuk ve asabi göründüğüm için güvenilir bir kaynak değildim. Bir kaynaktım, ama gücüm yoktu. Bana gelip dert anlatmazlardı, böylece ben de onların kanına girmeye başladım.

Şimdi öncelikle şu konuya gireyim ki, “kadınları” ya da “erkekleri” anlamak diye bir şey yok. Sekiz yıllık bir gözleme dayanarak diyebilirim ki, bu iki tarafın da duymaktan zevk aldığı bir şeydir. Eğer, facebookta aşk mesajları attığı çocuk tarafından boynuzlanmış bir kız varsa karşınızda, sizden “erkekler ihanete çok meyillidir aslında, ona tamamen güvendiğini bilmesine izin vermeyeceksin, böyle yapıyorlar işte!!!” dersen, hiddet ve hüzün de katarsan ses tonuna, o kızın kalbinde giremeyeceğin yer yoktur.

Bir kızı anlamakta sorun yaşayan bir başka erkeğe ise kızı anlatmasını istersin, kızı biraz gözlemlersin, “kadınları anlamak imkansızdır, ben bile bazen anlayamıyorum, ama şöyle şöyle de, hoşuna gidecektir, eminim sen zaten yapmışsındır, gerçekten trip atmaları çok itici” derseeen onun da artık kalbine girmeyi başaracaksın. ÇÖZÜM ÖNERİSİ SUNMA –işte bunu sakın yapma. Gerçek bir çözüm sunma. Onu rahatlat. Anlayış göster. Tam anlamıyla değil, şu mesajı ver; “ne yaşadığını tam olarak asla anlayamam, ama tahmin edebiliyorum.” Ve sempati duy. Acılarını dışarı yansıtırken biraz da ilgi istiyorlar aslında.

Bu şekilde başlar, ve sanki olayı anlamak istiyormuşsun gibi içini didikleyecek sorular sorarsan kişiyi etkilemeyi başarırsın. “Dışarıdaki” hayat denilen şey çocukluğun bir taklidinden başka bir şey değil. Lisedeki “tuvalette ağlayan kızları sakinleştirme derneği” büyüyünce oluyor “kadınları koruma derneği”. Ya da lisedeyken, sizden büyük olup, çok yakışıklı olup ve hoşlandığınız kızı elinden alan ayrıca diğer güzel kızları etrafında dolaştıran çocuk da iş hayatınızda sizin paranızı sömürecek adamın ergenlikteki halidir.

Ofisteyken, eğer diğer kişilerden üstünseniz, ezdiğiniz “loser”ların bir araya gelip size kötü kötü bakıp fısırdaşması ya da “oaah o orospunun/piçin teki” demesi normal bir şeydir. Ortaokulda ve lisede de bu böyle. Bir kız, yanına diğer arkadaşlarını alıp size ters ters bakarsa, ya da bir erkek arkadaşlarıyla gülerken size laf sokarsa bu demektir ki “Canımı yaktın ondan karşılık veriyorum, ha ayrıca bunu tek yapacak götüm yok, dolayısıyla arkamda sürü sepet insan taşıyorum.”

Koyunlarla ilgili bir gerçek daha: Güçsüz olduklarına inandıkları için güçsüz gibi davranırlar –gruplaşırlar. Voaah aman Tanrımmm bir kişiye karşı zibilyon kişi bu adalet(!)siz değil mi?!?!?!?!?!

Düşünce manipüle etmenin etkili yolu: Yalan yalan yalan yalan yalan. Gerçek, senin gerçekliğindir. Onlar senin gerçekliğine tanık olmak İSTEMEZLER. Kısa vadeli çözümler (oyalama), anlayış (ilgi çektiğini hissettirme). Bundan sonra yapman gereken tek bir şey kalıyor, cümleleri etkili bir şekilde kullanmak. Karşındaki kişi sana ne anlattıysa, sen olayı onun isteyeceği biçimde analiz edeceksin. Tamamen onun huyuna gitmeyeceksin tabii ki, arada birkaç sert çıkışlar yapıp onu da suçlayacaksın ki sana inansın.

Ve en önemli kısma, ayrıca en etkili şeye geliyorum: Kaynak. Kaynağınız güçlü olmalı. 15 yaşındaki bir çocuk “Ben satanistim” derse ergen olur, aptal olur, ilgi çekmeye çalışıyor olur. Ama illuminati ile alakası olduğu düşünülen biri “Ben satanistim” derse, o korkutucu olur, tehlikeli şeyler biliyor olur, vesaire de vesaire olur. Varsayalım ki ikisi de aynı şeyi savunuyor olsunlar, iddia ediyor olsunlar ve bu uçuk bir şey olsun. Eğer bilim adamıysa kesinlikle doğruluk payı var diye bakılır, eğer 15 yaşında zeki biriyse umursanmaz. Kale alınmaz. O üniversite okumadı, o daha küçük, o ergen, o bilemez, vesaire. Kaynak güçlü olmalı derken bunu kast ediyorum. Örneğin, ağabeyim bana “aptal” diye bağırırsa endişelenir ve “ne dedim ki” diye düşünürüm. Ama sınıftakilerden biri bana aptal diye bağırırsa boynunu pencere pervazına koyar üstüne de pencereyi kapatırım –o kim ki bunu söyleyebiliyor. Kaynağı güçlü değil, çünkü benden genç, çünkü benden aptal olduğuna inandırılmışım, çünkü “güçlü” olduğuna inandığım kişilerin görüşleri hariç her görüşü siktiretmeye odaklanmışım.

Öbür çocuk da satanist –ama bu onu kötü yapar. Çünkü o çocuk güce sahip değil. Adam satanist –bu onu korkutucu yapar, tehlikeli yapar. İkisinin de satanizmle ilgili bir kaynak sunduğunu düşünelim, hangisine inanırdınız? İşte kaynağın gücü budur. Siz adama inanırsınız, çünkü onların (hayırseverler) gücünü görebiliyorsunuz, ya da başka bir "kaynak" size illuminati güçlü demiş ve kendi kanıtlarını göstermiş.

Kitaplardan ve internetten okuduklarımızı kaynak olarak kullanırız -ama şu araştırma kitapları ve ansiklopediler daha güvenilir gelmez mi, resmi bir sitede yapılan açıklama bir teoriden daha güvenilir gelmez mi? Belki teori tamamen gerçek! İşte, elinde güç tuttuğuna dair sizi illüzyonla manipüle eden insanlar, bu şekilde İSTEDİKLERİ şekilde düşünmenizi sağlarlar. Hatta, düşünmemenizi sağlarlar. Bunu yapmak kolaydır. Sen güce sahipsen, sen kaynaksın. Sen nasıl bir bilgi salarsan ortama, insanlar ona inanır. Gördüğüm şey şu; insanlar algılar, kelimeleri seçer ve cümle kurabilir. Ama anlamak? Nadir.

Kısacası, bir şeyin kaynağına çok fazla takılmak yerine "önyargı"yı bir kenara bırakarak KENDİ düşünmeli insan. Kulağa ne kadar tuhaf da gelse KENDİ düşüncelerini öne atmalı. Illuminati hakkında hemen herkes aynı şeyi bikbikbikbik söyleyip duruyor! Sanki herkesin söylemesi onu doğru yapıyormuş gibi! Neden? Çünkü güç aynı! Köken aynı. Herkesin bilgi edindiği kaynak ENİNDE SONUNDA aynı. O kaynaktan bilgi yayılıyor, çünkü ilüzyonuna yakalanmış ve güçlü olduğuna inanmışsınız. İşte, insanları etkilemek bu kadar da kolaydır.

Sınıfta bulunduğum ortam boyunca kendi düşüncelerimi öne sürerken “Doktor Johnzortson Zort böyle demiş, makalelerinden birinde okumuştum” diye götümden bilim adamı adı uydurup söylesem, bir anda aşırı ikna edici olurum. Kaynağın gücü! Bu şekilde siz de güvenilir bir kaynak haline gelirsiniz. Önce insanları gözlemlemeyi başarmak gerekiyor, sonra onlara yaklaşacaksınız, ardından kendinizden güçlü kaynaklar sayesinde siz de güçlü kaynak olacaksınız. Sürekli kanıt olduğunu iddia ettiğim şeyleri öne sürerek güvenilir kaynak oldum. Şu anda, ne öğretmenlere, ne diğerlerine, bir şey söylediğim zaman uzun uzun açıklamam gerekmiyor. “Aaahh o böyle söyledi, O söyledi, o zaman doğrudur. Hadi ona inanalım.” Bu defa, sizin söyledikleriniz tamamen doğru da olsa sadece papağan gibi tekrar etmeye çalışıyorlar. Aslında algılama zorlukları yok, ama anlama zorluğu yaşıyorlar. Siz, bunu başardığınız zaman onların düşüncelerini istediğiniz gibi yönetebilirsiniz. Hatta bir süre sonra kendi dertleriyle(ne dertler ama!) baş etme zahmetine bile girmeyen ağlak kız arkadaşlarım hepsini benim omzuma bıraktılar. Şimdi ne yapabilirim? Onları birbirine düşürebilirim, erkek arkadaşlarıyla flörtleşebilirim, söylediklerime inandırabilirim, vesaire. Gerçek hayattakinden çok da farklı değil. Yansıması sadece. Kariyeriniz, paranız ya da diğer bazı şeyleriniz riske girmediği için daha kolay sadece. Siz yine sizsiniz, küçük de olsanız, büyük de. Fark etmiş olmalısınız, koyunlar, hayırseverlerin istediklerini BÖYLE düşünüyorlar. Uygulanan politika aynı. Koyunlar tembel, siz onların tembel tarafını kışkırtıp kendinizi çalışkan gösterdiğiniz zaman size gelecekler ve siz de onları yönetebileceksiniz. Bir şeyleri ulaşılması kolay yapıyordunuz. Örneğin ben düşünceyi ve çözüm önerilerini ulaşılması kolay yapıyorum. Ama asla gerçek çözüm sunmuyorum ki bana bağımlı kalsınlar. Ekmeği çiğniyor, tadını alıyor ve tükürüyorum ki onlar yesinler. Kim çiğnemekle uğraşacak? Youtube’a, google’a yazarken tek bir harfe basınca her şeyin aşağıda çıkması buna güzel bir örnek. Tamamını yazmakla uğraşma, ne gerek var? Gücü siz almıyorsunuz, onlar veriyor. Ben arkadaşlarıma(!) doğru bilgiyi vermiyordum. Düşünmelerini istediğim bilgiyi veriyordum. “Güçlü” bir kaynak olduğuma onları inandırdıktan sonra bunu yapmak daha da kolaylaştı.

Koyunlar için söylediğiniz şeyin çok doğru olmasına da gerek yoktur aslında. İşte size bunun güzel bir örneği;
“Bildigin birseyi paylasmak kadar, o bilgiyi paylasirken takindigin tavir ve tutum, kullanmis oldugun uslup ve soylediklerin de en az paylastigin sey kadar onemlidir. Hatta bu daha da onemlidir. Olaylari baslamasina sebeb olan kullanici o mesaji yazasiya kdr bu konu altinda herkes bildiklerini ve dusuncelerini saygi cercevesi icinde gayet guzel bir sekilde paylasiyordu. Yazilanlara katilmasa da kendince inandigi seyleri soyluyordu ama bunu belli bir saygi cercevesinde yapiyordu ve hicbir sikinti da cikmamisti. Ama eger sende o kisinin yazisinda ki usluba, alayci tavirlarina ve soylediklerine tekrar dikkatlice bakarsan ne demek istedigimi daha iyi anlayacaksindir. Aslinda sen cok zeki bir kizsin. Bunu ben demeden once de anlamissindir zaten ama dostumun dusmani dusmanimdir mantigiyla o yazida sadece isine gelen kismini da gormus olabilirsin tabi. Bana bu sekilde alayci bir uslupla bilgi paylasan bir kisinin yazdigi mesajin icerigine bile bakmam, ki bakmadim da zaten.. Ayrica bu kullanicinin bugune kadar yaptiklari ve baska konularda da kullanmis oldugu uslup da ortada..”

Evet, şimdi bu koyunun dediklerinin tercümesi: Bu kişi, bir şeyler söylerken zar zor şişirdiğim egoma iğne batırıyor, götüm tutuştuğu için onu kaale almamış gibi yapıyorum. O isterse dünyanın en önemli adamı olsun, ben “gurur” diye bir illüzyona inandığım için ve maksimum aptallık sınırının da altında olduğum için dediği şeyi anlamayacağım, anlamaya da çalışmayacağım. Zaten anlayamıyorum da galiba, o da beni bu yüzden aşağılıyor, o yüzden lafı dokundu bana. Hıhhh bana ne benle düzgün konuşucak bir kere .s.s.s
Karşısındaki kişinin ne söylediği umurunda bile değil! Tek umurunda olan şey –üslup üslup üslup! Ben eğer burada çok önemli, hepinizin hayatını kurtaracak bir şeyi küfrederek anlatıyor olsam, bu koyunlar geberecek yani.
Bir diğer koyunun tepkisine bakalım: “maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre saygı daha önce geliyor. özsaygısı yerinde olmayan bir insan bilgiye ihtiyaç duymaz. özsaygımız yerindeyse kimsenin bize alaycı bir üslupla ilettiği bilgiyi almayız. umm bunun bir diğer adı da gururdu sanırım ^^”

Özsaygı. Gurur. Hımmm. Hayırseverlere göt vermekten vazgeçemeyen insanlardan bu kelimeleri duymak hayli ilginç. Maslow’un önceliklerini yeniden gözden geçirmesi lazım –gerçekten! Sizin tam olarak ne söylediğiniz bile önemli değildir. Onlar için siz tartışırken iki şey önemlidir;

1. Üslup (Anüsünü kanatmanı istemiyor yani)
2. Söylediğinin arkasında dur. Yani sonradan bir şeyler idrak edip fikir değiştirsen de belli etme –bu yasak. Ne kadar aptalsın, o kadar iyi. Söylediklerinin arkasında dur. Yanlış şeyi bile savunsan bir miktar saygı ve dinlenirlik elde edersin.

Tabii yalanlarınızın biraz makul olması da gerekiyor. Uçukluğunuz bile makul olmalı.
“Voaaah feysbukuunnn tivitırınnn yok mu nasıl olmazzzz” dendiği zaman gerçeği söylemektense kendinizce bir sebep uydurmalısınız. Aptal aptal orada mesajlaşmanıza ve arkadaşlarınızla konuşurken, onlarla gezerken bile facebookunuzu kontrol etmenize, ha bir de fotoğraflarınızla kendinizi süper göstermenize götümle gülüyordum, öyle olmadığım için sildim diyemezdim tabii. Örneğin ben; “Eskiden vardı, bilgisayarda daha çok bir şeyler okumak için vakit geçiriyor ve orada hiçbir şey yapmıyordum. Ben de onları sildim.” Diye uydurdum (Eh, tamamen uydurma sayılmaz ama buna bayıldılar. Çok bilgili muhteşem şahıs imajım pekiştirilmiş oldu. Yalanlar durumu kurtarmak için değildir, yalanlar durumu olduğundan daha iyi taşımalıdır, nötr olmaması için gayret göstermelisiniz.)
Sadece kendi kanıtlarınızı da hazırlamayı unutmayın. Kanıt(!) da göreceli bir şey. Rastgele bir isim söyleyin, ve kafanızdan makale başlığı uydurun –araştırmaya zahmet etmeyecekler bile!!!
Kanıtlar yanıltılabilir, yanıltılabilir. Her şey manipüle edilebilir. Kaynak, güç, teşvik, vesaire vesaire...
Ama tabii, bir koyun için bir illüzyonu izleyip onun büyüleyiciliğine kapılmak her zaman keyiflidir.

11 Şubat 2012 Cumartesi

The Only Thing I Hate

Ortaokulda bana tüm o yaptıkları için eski sınıfımdan ÖYLE nefret ediyorum ki, adlarını duyduğumda bile ağlayasım geliyor.
5. sınıfın ikinci döneminde gitmiştim oraya. Hiç unutmam, salı günü 2. dersti ve üzerimde mavi mantom vardı. Teneffüste, özellikle kızlar etrafımı çepeçevre sarıp benimle tanışmaya çalışmışlardı.

-"Lotus, bu Ayşenur"
-"Lotus, ben Selinay"
-"Bak onlar da; Hüsnü, Ahmet, Muhammet."

Tabii nereden bilebilirdim canımı okuyup senelerimi cehennem edeceklerini? Beni bir keresinde çöp konteynırına tıktılar. Evet, ciddiyim. O çöp konteynırına yaka paça koyup kapağını üstüme kapattılar. Ve ben orada 45 dakika öyle kaldım. Hatta belki daha da uzun. Ve benim o olaydan sonra bende klostrofobi başladı.

Birkaç defa okul çıkışında dövdüler beni. Ve ben de bir keresinde kendimi savunmaya kalktım. Onlar yapınca "Çocuk kavgasıdır boşverin" oldu, ben vurunca disipline gittim felan.

Anlatmak yaraları iyileştirir  derler. İyileştirmiyor. Şu an içim kanıyor. Canım acıyor. Anlatmak istemiyorum. Ama eminim, bir gün anlatmam gerekecek. Onlar biliyor, ve ben biliyorum. O iki kişi, ve ben. Bana cinsel tacizde bulunmaya çalışıldığını üçümüz biliyoruz. Başka hiç kimse.

Hiçbir zaman, böylesi kuvvetli olduğumu bilmiyordum. Burun kırabilecek kadar kuvvetli vurabildiğimi, iz çıkartabilecek kadar kuvvetle tekmeleyebildiğimi bilmiyordum. Benden kuvvetli iki erkeği korkutacak kadar fazla bir fiziksel gücüm olduğunu bilmiyordum.

Bütün o konteynıra kapatmalarının, vurmalarının, dövmelerinin, hakaretlerinin, dedikodularının, yalanlarının, bütün o işkencelerinin yanında... En kötüsü o yarım saatlik andı. Ve ben disipline gittim.

Konuşmadım. Salaklık ya. Görmezden geldim. Basit bir olay dedim. Bende bir yara bırakmayacağına inanmak istedim. Ama insan, her gün birlikte olduğu insanlardan bunu görünce daha kötü oluyor biliyor musunuz? Böyle konularda konuşamıyorum.

Aynısını bana 1 yıl boyunca kuzenim yaptığında da konuşamamıştım.

Bana neden bunu yaptıklarını anlamamıştım da. Benim tek istediğim kuzenim olan abilerimle oynamaktı.

Ve sırf bu yüzden, ne kadar tiksinip nefret edersem edeyim, her aklıma geldiklerinde, içimde korkunç bir eziklik hissediyorum.

26 Ocak 2012 Perşembe

Valproat

Gece geçirdiğim can sıkıcı saniyelerden sonra, annemle beraber psikiyatrımı aradık ve birkaç kan tahliliyle birkaç zapturuk şeyden sonra anladık ki, basit bir lityum zehirlenmesi geçirmişim. Bu, kesinlikle lityum kullanmayacağım anlamına geliyor. Doktor da bana valproat denen bir şey yazdı.
Bu valproatın yan etkilerini bildiğimden istemedim. Saç dökülmesi yaptığını biliyordum, benim saçlarım zaten kısa, ne derece döküyor bilmediğimden çok huzursuz oldum ve bana karbamazepin yazmasını istedim. Nitekim o benim için epey ağırmış, uyku hali/çift görme gibi etkileri olduğunu duyunca tabii iliklerime kadar ürperdim. Çift görme nedir ya? Yok istemem, kalsın.
Valproatı kabullendim mecbur. Sonra psikiyatrım beni bir doktor hanımla tanıştırdı, neden böyle bir şey yaptığını anlayamadım ilk başta. Kadın hoştu, tatlıydı, ayrıca sarı saç yüzüne hiç yakışmamıştı ve onu solgun gösteriyordu, şen şakrak bir şeye benziyordu. Jinekologmuş. Haydaaaa... Jinekolog nerden çıktı kardeşim?
Şuradan çıktı, valproatın yan etkileri arasında regl düzenini (adet düzenini yani) bozma gibi etkiler varmış ve bunu düzenli takip etmek gerekiyormuş. Özellikle de 20 yaş altı kişilerde. Kadın bana takvim tutup tutmadığımı sordu, tabii ki tutuyorum yani boru değil ya bu. Fazla heyecana riske gelmez bu işler.
Takvimime baktı, bana bazı şeyler sordu, mesela çok sancın oluyor mu dedi. Off olmaz olur mu, ölüyorum, ağlıyorum, bir kere ağrıdan baygınlık geçirmiştim, ama böyle demedim tabii.
Dedim ki; "Evet, dismenore için tedaviye başvurduk ancak herhangi bir tedavi söz konusu değil, çatımın dar olmasından ve annem gibi bende de bulunan kronik spastik kolondan kaynaklanıyormuş." dedim.
Allah bilir kadın nasıl gülmüştür içinden.

Ortodonti vardı, psikoloji vardı, yetmedi bir de jinekoloji çıktı başıma.

Neyse, bana "valproat" içeren hapımı yazın da gideyim ben ya, diye geçiriyorum içimden ama rahat bırakmıyorlar beni. "Neşelendirmeye mi çalışıyorlar" diye düşündüm. Ama sonunda kaçtık hastaneden. Valproatın saç dökme etkisi beni huzursuz etti tabii. Anneme "buğday plasentası ve b vitamini" içeren bir şampuan aldırttım, saç dökülmesini engelliyormuş.

Şu iletten kurtulsam. En kötüsü de, kendimi iyi hissettiğim zamanlar gerçekten mi iyiyim yoksa manik-atak mı geçiriyorum anlayamıyorum.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bulgur

Bazen annemi kızdıracak şeyler yapıyorum.
Bana ıspanak ye dediği halde, bulgur pilavı yiyorum mesela.
Hem de "bulgur yersen tavada ısıt" dediği halde, tüm tencereyi ısıtarak.

After all that had happened

Uzun zamandır blog yazarım ben. İçimdekileri anlatacak bir yerim yoktu ve buna muhtaçtım. Anlatmadan yaşayamam çünkü. Çünkü olanlar çok fazla. Benim dayanma sınırımdan fazla belki de. Öyle olsaydı -dayanamıyor olurdum- nitekim dayanıyorum.
Ablamın önceki blogumu bulması ve babama söylemesiyle beraber yeni bir blog açmaya karar verdim. Ve olanları anlatmaya buradan, bu geceden başlayacağım.

Son birkaç gündür vücudum anormal ağrıyordu, pek bir anlam veremediğim için anneme söylemek istemiyordum. Ellerim titreyip duruyordu, sürekli kaslarıma kramplar giriyordu. Normalde de gözlük kullanırım, göz derecem büyüdüğünden diye düşünüyor ve görme bulanıklığıma yine de pek anlam veremiyordum. Bir-iki defa baygınlık geçirdim /gözlerim karardı/ ve dengemin iyiden iyiye bozulduğunun da farkındaydım. İyileşmemin fiziksel süreci olarak görüyordum bunları, çift kutuplu manik-depresif bozukluk tedavisi gördüğüm için. Lityum alıyordum.

Son iki gündür ne yediysem çıkarıyordum, iki kere kustuğuma annem de tanık oldu ama pek bir şey demedi (ki kendisi doktor), bu gece anormal bir karın ağrısı ve ateşle uyanmama kadar. Hayatımdaki en kötü kabusu gördüm sanırım, bu yazı içerisinde anlatmak istemiyorum (pekala, rüyamda ırzıma geçtiler, neden böyle bir rüya gördüğüm hakkında hiçbir fikrim yok, okuduğum polisiye romanların hepsini bırakmalıyım belki de ama polisiye de okumuyorum ne zamandır) ve uyandıktan sonra da ayılamadım tam olarak, tek bildiğim tüm vücudumun anormal ağrıdığı. Kustuktan sonra ağlayıp bağırmaya başladım, annem manzarayı görünce dehşete düştü haliyle.

Sabaha kadar terledim, kustum, baygınlık geçirdim, mahvoldum. Dün gece yatmadan önce 53 kiloydum, şimdi tartı beni 49 kilo gösteriyor. En son çektiğim fiziksel acı yüzünden bir sinir krizi geçirdiğimi biliyorum, bağırıp ağladığımı, anneme bir ton şey haykırdım, (iyi ki annemin 2. eşi evde değildi) annem evden çıktı, çok ileri gittiğimi düşünerek hüngür hüngür ağladım. 5 dakika sonra da geldi, anahtarlarla sağlık ocağına gitmiş (ocak evin karşısında ve annem orada doktor) ağrı kesici iğne ve kullandığım lityumun iğne forumunu getirmiş.

Lityum, bir psikolojik düzenleyicidir. Ben tabletler şeklinde alıyordum, ama bu anormal ishal ile birlikte manik-atağımsı bir durum yaşayınca annem iki iğneyi de yapmak zorunda kaldı. Yapmasını istemedim, bağırdım, cırladım, ağladım, onun için annem iğneleri yaparken de çok canım yandı. Bir ara uyuyakaldım.

Sabah annem evi temizlemiş, ama banyo ve odam kusmuk kokuyordu.

Lityum zehirlenmesi geçirdim sanırım, yakın zamanda doktora gidicem, valproat veya karbamazepin yazar sanırım doktor.